Şimdilerde pek hatırlanmayan, 60’ların ünlü oryantalı Özcan Tekgül, 1950-1970 arasında sahne, gazino, tiyatro (Muammer Karaca-Ses Tiyatrosu) ve sinemada bir kasırgaydı. Sarı uzun saçlı, yeşil gözlü, hafif balık etli kadın, ‘ateş dansı’ ile seyredenlerini büyülüyordu.
Müvekkilem ve Kadeh Arkadaşım Özcan Tekgül’ü kaybedeli on yıl oldu.
90’lı yıllarda Özcan hanımı Türk Sanat Müziği solistlerinden kadim dostum Zafer Sabuncu tanıştırmıştı. Zafer; yıllar önce Kabare 33 ve Hisar Müzikhol’de Özcan Tekgül ile aynı sahneyi paylaşmıştı.
AFTOS SEÇİMİNDE REFERANS OLARAK ALINAN KADIN
Vücudunun zihnine kazınmasıyla “aftos” seçiminde referans olarak alınan bir kadın figürüydü Özcan Tekgül.
Eski bitirimlerden şoför Drahşan şöyle dermiş:
“Ah bir Impala Şorole’m (Chevrolet) olsa, Özcan Tekgül bile aftosum olur.”
Yunancadaki “Aftos” sözcüğü, İstanbul argosunda “sevgili”, Aftos piyos ise “gizli sevgili” idi.
Drahşan’ın rüyalarını Özcan Tekgül süslerdi. Sıska, uzun boylu, kumral Drahşan, İran kökenliydi. İranlılara “Acem” denirdi.
Drahşan, Şehzade Evlerinde anacağıyla otururdu. Orta sondayken “korsan” şoförlük yapar anasına bakardı. Babasızdı. Ekmek gerçeği, zümrüt gözlü afet dansöz Özcan Tekgül de rüyasıydı.
İstanbul’un Drahşan gibi efendi- bitirim şoförlerinin düşlerindeki başrol oyuncuları, Şevrole(Chevrolet), Doç (Dodge), Pilimut (Plymouth) otolar ile Özcan Tekgül, Pola Morelli, Neriman Köksal, Nana gibi güzellerdi.
Türkiye’nin en iyi iletişim bilimcisi, Uygarlık tarihi derslerinin duayeni Ünsal Oskay,bir kitabında şöyle yazmıştı Özcan Tekgül için:
“Benim kuşağımın gördüğü ilk güzel kadındır Özcan Tekgül ;yalnızca gördüğümüz ilk güzel kadın değil; dünyanın en güzel güzelliği olan kadın güzelliğine duyduğumuz merakın dorukta olduğu tam da o ilk gençlik yıllarımızda gördüğümüz ilk güzel kadındır Özcan Tekgül.
TÜRK DANS TARİHİNE İMZA KOYAN KADIN
Özcan Tekgül dans etmesini, gerdan kırmasını, bel bükmesini annesi Feriha Tekgül’den öğrenmişti. Türk dans tarihine geçen ilk ve belki de en ünlü kadındı.
Özcan Tekgül daha 14 yaşındayken annesiyle gittiği bir film setinde merhum yönetmen Muharrem Gürses tarafından keşfedilir ve hemen kamera önüne ‘atılır’.
Önce ‘Plaj Güzeli’ seçildi, sonra sinema ve tiyatro oyuncusu makyör Zeki Alpan; onu Tiyatroda da çalışmasına ön ayak oldu. Muammer Karaca Tiyatrosunda Temsilin aralarında dans ederek sahneye ilk adımını attı. Kısa bir sürede figüran rollerinden başrol oyunculuğuna kadar yükseldi. Kendine güveniyordu ve çok ama çok cesurdu. Çekinmek, utanmak, sakınmak gibi bir huyu yoktu.
Özcan Tekgül, New York’tan Kahire’ye kadar dansını gösterebildiği her yerde sahneye çıktı. Kendi ülkesinde görmediği itibarı yurtdışında gördü. Paris’te, Londra’da dans ettiği zaman insanlar önünde eğiliyordu. Ateş dansı adını verdiği ve kendinden geçercesine 45 dakika boyunca insanüstü bir performansla sahnelediği oyunu görmek isteyenler biletleri karaborsadan almak zorunda kalıyordu.
1960’lı yıllar altın çağıydı: Günlük gazetelerde çarşaf çarşaf reklâmları-ilânları yayınlanıyor, Kristal Gazinosu, Turkuaz Gazinosu, Klüp Mimi, Kabare 33 ve Hisar Müzikhol gibi müesseseler Özcan Tekgül programını sunuyordu.
Özcan Tekgül, bir görenin bir daha unutamayacağı bir güzelliğe sahipti. Gençliği ve sıradışı güzelliğiyle kısa sürede sinema dünyasını fethetti.
Sinemada Neriman Köksal, Fikret Hakan, Muhterem Nur, Ayhan Işık ile oynuyor, dönemin büyük dansözü Ayşe Nana’nın ardından onun adı söyleniyordu. Çoban Ali, Garipler Adası, Lokum Sultan, Yaşlı Gözler, Şehir Yıldızları, Çadır Gülü, Kızıma Dokunma, Mukadderat, Meçhule Gidenler, Şöhret Budalası, Sokak Kızı ve Şahane Gözler gibi filmlerde rol aldığında yer yerinden oynuyordu.
ÖZCAN TEKGÜL; DENİZ SUYU GİBİ NE İÇİLİYOR NE VAZGEÇİLİYOR
BİZİM KİTAPLAR için hazırlamakta olduğum “BEYOĞLU’NA GİDERKEN” Anı Kitabımda hâtıralar, anekdotlarda yaşayacak TEK GÜL’üm için daha çok güzel şeyler yazacağım. Gelin Özcan’ı tanımaya çalışalım;
“Özcan Tekgül’ün annesi Feriha Tekgül, sarışın, yeşil gözlü, hem tiyatroda hem sinemada çalışmış çok yetenekli ve güzel bir kadındı. Dans etmesi ve şarkı söylemesi doğal bir yetenekti. Feriha Tekgül, bildiği her şeyi 1939 doğumlu kızına öğretmişti. Ünlü dansöz ve oyuncu Özcan Tekgül, doğuştan şanslıydı belki ama sıradan bir güzeliğe sahip değildi.
Sokakta yürüdüğü zaman insanlar gözlerini ondan ayıramazdı. 1950’lerde uzun sarı saçlı ve gösterişli bir kadın olarak ister istemez dikkatleri çekiyordu.
90’ların sonuydu. Balmumcu’da babasından kendisine miras kalan daireyi satmaya karar vermişti. Evde müşterek dostumuz Sevgilisi Hayrettin ve Zafer Sabuncu vardı.Biz her zamanki gibi “Aslan Sütü” Özcan ise “Votka” içiyordu.Ben mutad veçile Rakı tekerlemelerini sıralıyordum :
“Mey biter saki kalır. Her renk solar haki kalır. İlim insanın cehlini alsa da, hamurunda varsa eşeklik; baki kalır.”
Hayrettin kadehini kaldırıp, Özcan’a şöyle dedi:
“Ah Gönül Yakan Özcan! Al kadehi eline, dokun gönül teline, muhabbet âlemine, bir merhabadır rakı!”
Özcan Tekgül, Sevgilisi Hayrettin’e sitem edercesine cevap verdi:
“Ahh! Pekcan ! Bir “Ahh çeksem kâseyi fağfurdan binlerce Ahh işitirsin” Efkârlıyım bu gece, Hayrettin’in sözleri birer bilmece.”
Tekerleme sırası bana gelmişti:
“İnsan iki şeyi saklayamaz: Sarhoş olduğunu ve aşık olduğunu. Özcan, Deniz suyu gibi ne içiliyor ne vazgeçiliyorsun.”
Salondaki duvarda Özcan’ın Annesi Feriha hanımın portre bir fotoğrafı vardı. Hayrettin bir hayli sarhoştu. Davudi sesiyle “Annen senden daha güzelmiş” deyince Özcan hışımla ayağa kalkıp duvardaki fotoğrafı pencereden aşağı attı. Hayrettin’e dönüp evden çıkmasını emretti. Arkadaşımız lanet okuyarak evden ayrıldı.
O akşam Zafer, çalıştığı gazinoya Özcan Tekgül ile beni davet ederek ortamı yumuşatmaya çalışmıştı.
ATEŞ DANSI İLE DÜNYAYI TİTRETTİ
Mısır, Lübnan, Irak’ta Türk dansının inceliklerini sergiledi. Dünyada haklı bir şöhrete sahip Mısırlı dansözlerden sonra Özcan Tekgül’ün adı da listelere vardı artık. Avrupa ülkelerini adım adım dolaştı; önce şöhreti, sonra kendisi Amerika’ya New York’a kadar ulaştı. Türk Lokumu, devlet adamlarının, şeyhlerin, sultanların, emirlerin, kısacası dünyayı yönetenlerin önünde sanatını sergiledi. Ateş Dansı adını verdiği harika gösterisi 45 dakika sürüyordu. Seyircilerin aklını başından alıyor, gösterinin yapıldığı merkezlerin biletleri karaborsa da bile zor bulunuyordu.
ÖZCAN TEKGÜL GİBİ KIVIRMAK
1980’de, devlet tarafından bir kere daha hatırlandı. Bu defa, sahne ve gösteri dünyasındaki aşırılıkları için değil, hizmetleri için çağrılacaktı. ‘Devlet Sanatçısı’ unvanına layık görülmüştü; ödülünü ve beratını dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in elinden alacaktı. Ama, tören planlandığı gibi gerçekleş(e)medi. Azınlık hükümetini dışarıdan destekleyen MSP (Millî Selamet Partisi) bir soru önergesi verdi; Başbakan’a, ‘Özcan Tekgül’ün hangi kıvırışına ödül vereceksiniz,’ mealinde sual yöneltti. Böylece, siyasi literatürümüze, ‘Özcan Tekgül gibi kıvırmak,’ deyimi, vecizesi de girmiş oldu. Oysa, Tekgül gibi dünya starılığı tescillenmiş değerin, sosyal güvencesi dahi yoktu. Bu yüzden, babasının emekli maaşını almayı hak edebilecekti.
SAHNEDE VEYA BİR FİLM SETİNDE ÖLMEK İSTERDİM
Özcan Tekgül, haksızlıklara karşı mücadele etmeyi çok severdi. Bazı gerçekleri bu yüzden hiç anlamadı. Tuhaf ama dansöz kıyafetiyle fotoğrafları gazetelerde yayımlanınca yargılandı! Sahnenin önünde onu polisler bekliyordu. Yabancı uyruklu kadınların gece kulüplerinde çalışma izni vardı ama bir Türk kadını mahkemelerde sürünmek zorundaydı!
Özcan Tekgül bu konuda taviz vermedi. Her gittiği şehirde polisler onu karakollardan mahkemelere sürükledi. Bir yandan en lüks gece kulüplerinde önüne servetini döken insanlar vardı, öte yandan onu dansöz diye küçümseyen hakimler, savcılar ve siyasetçiler de vardı!
Yabancılara gösterilen ilgi ve ihtimam Özcan Tekgül’e hiç gösterilmedi. Özcan Tekgül, sahneye vücuduna boydan boydan resimler yaptırmış bir halde de çıktı. Mahkemeleri gülünç bulduğu da oldu. Adaletin mekanizması henüz onun eriştiği hoşgörüye ve olgunluğa varamamıştı! Bir mahkeme onu serbest bırakıyor bir değeri onu tutuklamaya, ahlaksız olarak yaftalamaya çalışıyordu.
Özcan Tekgül asla çirkin dedikoduların kadını olmadı ve asla skandallara adını karıştırmadı. Çalıştığı zamanlar içki bile içmezdi. Hep evinde tek başına içmeyi sevdi.
Parayı pulu çok sevdiği söylenirdi, öyle olsaydı önüne servetini döken mafya babalarını kullanırdı, asla böyle bir yola sapmadı. Babasının emekli maaşından başka bir serveti olmadı.
Hayatını anlatırken bana “Ah Sevgili Avukatım, Pekcan’cığım! Çok güzel günler de, çok acıklı günler de yaşadım! Zaten güzelliklerle acılar birbirinin kardeşidir. Kendimi ölüme iyice alıştırdım. Artık ölümden de korkmuyorum. Herkes gibi günü geldiğinde ben de öleceğim. Ama ben sahnede veya bir film setinde ölmek isterdim.” derdi.
SAVAŞ AY’IN DANSÖZ FİLMİ
Türkiye’de kuş gribinden ilk ölüm vakalarının görüldüğü Van’a Levent Kırca ile “Karanlıkta bir Çığlık” Sinema Filminin çekimi için gitmiştik. Kadroda Lale Oraloğlu’da vardı. Bu film; Lale hanımın son filmi oldu.
Zor şartlar altında okuyan bir kızın öyküsünü konu alan bu Film; Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyasına da destek verdi.
“Karanlıkta bir Çığlık” Sinema Filminin çekimleri sırasında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik; bizzat Levent’i arayarak Van Öğretmen Evini ekibe tahsis etmişti.
Van TV’nin çekim öncesi Savaş Ay da oradaydı. Savaş Ay; abim Şükrü Türkeş’in Pertevniyal Lisesinde İngilizce Hocası olduğunu söylemesi sürpriz oldu bana. Sohbet sırasında 2001 yılında “Dansöz” diye bir Film çektiğinden de söz etti.
Dansöz filmi pek tabii Özcan Tekgül’ün hayat hikayesi değil ama Özcan’ın hayatından kesitler de vardı Filmde.
ANTALYA’DA İNZİVAYA ÇEKİLDİ ANCAK…
1986’da dansı bıraktı ve Kırklareli’ne, Kıyıköy’e giti, bir restorana ortak olmak istedi ama olmadı.
Daha sonra Balmumcu’daki daireyi satıp, Ortaköy Fıstıklı Köşk Sokakta küçük bir bahçe Katı satın aldı. Avukatı sıfatıyla hukuki işlemlerde hep yanındaydım. 2005 yılında sevdiği adam;kadeh arkadaşı Hayrettin de ölünce bu evi satıp babasından kalan emekli maaşıyla yaşayacağı son durak olan Antalya’ya gidip inzivaya çekildi.
Altı yıl sonra 2 Temmuz 2011’de Antalya Serik yolunda ölümlü bir trafik kazası yaşandı. İki araç kaza yapmıştı. Bir kişi ölmüş, iki kişi de yaralanmıştı. Ölen kadın 73 yaşındaydı. Ajanslar bu haberi geçtiğinde kimse umursamadı. Oysa, Özcan Tekgül’ün adı gece kulüplerinde, sinema afişlerinde 30 yıl boyunca en tepelerde ışıl ışıl yanıp sönmüştü! 1960’lar, 1970’lerde parmakla gösterilen çok az kadın vardı.
Ateş dansı yapabilen kadın sayısı da sadece bir taneydi! Ne yazık ki Antalya Devlet Hastanesi morguna getirilmiş cansız bedenin adını taşıyan kadın ünü memleketin sınırları dışına taşmış biri de olsa onu artık tanıyan hiç kimse yoktu! 15 gün boyunca Özcan Tekgül’ü arayıp soran olmadı.Bir yakını gelsin de bu ölümlü faniye sahip çıkılsın istenmişti.
Yalnızlık, kimsesizlik ve sahipsizlik vardı morgta. Ama Selim adındaki bir sanatçının ilgisini çekti bu isim. Garipler mezarlığına gidecek bu yoksul cesede sahip çıktı Selim. Yetkilileri uyardı, gazetecileri ayağa kaldırdı. Bir hayırseverin yardımıyla, dünyada kimi kimsesi kalmamış bir gariban kadına el birliğiyle sahip çıkıldı! Güzeloba Camii’nde birbirinden habersiz 5 kişi, bir zamanlar ‘Cihanı yakan’ ama şimdi kimsesi olmayan bu kadına sahip çıktı.
Bir yerlerde hatıralara, geçmişe sahip çıkmak isteyen 5 tane güzel insan, bir yalnızlığı, bir vefasızlığı unutturmak ister gibi cenaze namazında saf tuttu ve dünyada sadece beş kişiye sahip hem yoksul hem de çok ama çok zengin bir cenaze töreni yapılarak Uncalı Mezarlığına defnedildi.
Özcan Tekgül; ışıltılı hayatına inat, siyah beyaz hayallerin, filmlerin ve parlak dünyaların güzelliği hiç solmayan bir kadın.
Nurlar içinde yatsın! K